Önsöz

Önsöz

Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard, “Hayat geriye doğru anlaşılabilir, ancak ileriye doğru yaşanmalıdır” demiş. Yaşamı nasıl anlayacağımı ve ondan nasıl dersler çıkaracağımı hep merak etmişimdir. Geçenlerde, hayatımın deneyimler ve anlatacak hikayelerle dolu olabileceğini düşündüğümden, bazı arkadaşlarla anılarımı yazmak için konuşurken, onlardan bir miktar ilham aldım. Ancak “Anı, bir hayatın özeti değildir; hayata açılan bir penceredir” demiş ünlü Amerikalı yazar William Zinsser. Dolayısıyla, bu kitap, özellikle yaşam tecrübelerimin bazı yönlerini, bu deneyimlerden çıkardığım dersleri vurgulamak ve okuyucuların ilgisini çekebilmek için, hayatımın değişik pencereleri şeklinde sunmayı amaçlamaktadır. Bununla beraber, etkileşimde bulunduğum insanlara veya insan gruplarına, yaşadığım veya ziyaret ettiğim ülkelere ve kültürlere olduğu gibi gelişmelerinde rol oynadığım teknolojilere ve yeniliklere de pencereler açmayı amaçlıyorum.

Hayat hikayemi daha iyi anlamak için ailemin soy geçmişine açılan pencerelerle başlamak gerekiyor. Ailenin hem anne hem de baba tarafı beş altı yüzyıl geriye gidiyor. Babamın tarafında nesiller öncesine kadar giden, 15. yüzyılda Osmanlı şehzadelerine ders vermiş hocalar ve Osmanlı padişahları Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı, Piri Mehmet Paşa var. Babamın babası, 19. yüzyılda bankacılığa başlamış, kredi denetimleriyle ilgili olarak ülkeyi dolaşan ve cumhuriyetin ilk yıllarına kadar bu görevi sürdüren bir banka müfettişiydi. Babam dahil beş oğlunun hemen hepsi de iyi eğitim gördüler. İki amcam Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptı. Kardeşlerin en büyüğü Harp Okulu’nu (Harbiye) bitirip Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda albay rütbesine kadar yükseldi. Diğer amcam, kimya mühendisiydi, İstanbul’da zamanın en iyi teknik üniversitesinden mezun oldu ve orduya katılarak, o da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda albay rütbesine yükseldi.

Anne tarafı da ilginç ve eğitimli kişileri barındırıyor. Annemim büyük dayısı 20. yüzyılın başlarında Trabzon ‘da hem siyasetçi hem de gazeteciydi. İlerleyen yıllarda Osmanlı parlamentosunda mebus olmuştu. Annemin babasının dahil olduğu Eyüboğlu ailesinde ise gerek padişahlık gerekse cumhuriyet dönemlerinde çok sayıda vali, kaymakam gibi kamu görevlileri, yazarlar, sanatçılar ve öğretmenler yetişti. İlk TBMM’de mebusluk yapan akrabalarım var.  Dedem de İstanbul’da eczacılık eğitimi almış ve Birinci Dünya Savaşı’nın çalkantılı dönemlerinde eczacı olarak çalışmak üzere Mısır’a gönüllü olarak gitmişti. Anneannemin ablası laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında henüz 20 yaşında öğretmenliğe başlayarak cumhuriyet tarihinin ilk kadın eğitimcilerinden biri olmuştu. Cumhuriyet döneminde eğitim gören üç erkek kardeşi de kariyerlerinde çok başarılı oldular. Ayrıca büyük teyzemin örneğinde olduğu gibi tüm teyzelerim (annemin üç kız kardeşi) öğretmendiler. Görüldüğü gibi hem baba hem de ana tarafım kuşaklardan beri çocukların eğitimine önem vermiş, hayata atıldıklarında kendi ayakları üzerinde durmalarını hedeflemişlerdir. Bu hedef benim için de hayatımın ideali olmuştur.

Yaşamıma Türkiye gibi tarihi yönden çok zengin, tabiat yönünden gayet muhteşem bir ülkenin en büyük ve en güzel şehri İstanbul’da, fakat çok mütevazi ortamlarda başladım. İyi bir aile terbiyesi aldım, dünyanın farklı yerlerinde mükemmel okullarda okudum, evliliğim ve kariyerim beni dünyanın birçok şehrine ve ülkesine götürdü. Farklı kültürlerden, dillerden ve dinlerden insanlarla haşır neşir oldum. Biriktirdiğim hayat dersleri, farklı üniversitelerde yapmış olduğum lisans ve yüksek lisans çalışmalarımdan aldığım derslerin kat kat üstüne geçti. Bu ve bunu izleyen, yazacağım kitaplar, yaşadığım bu şehirlere, ülkelere, kültürlere ve tanıştığım insanlara ilginç göndermeler yapıyor.

İnsanlarla etkileşime giren, onları dinleyen, izleyen ve nereden geldiklerini anlamaya çalışan bir öğrenciydim. Farklı din ve kültürlerden insanlarla yazışmayı, konuşmayı ve beraber olmayı öğrendim. İnsanların bakış açılarını takdir etmek için onlarla aynı fikirde olmanıza gerek yok. Evet, zamanınızı boşa harcadığınız veya bazı demagogları ve fanatikleri dinlemekten bıktığınız durumlar vardır. Ancak çoğu zaman, en azından fikir alış verişi yaptığınız insanlar hakkında bir şeyler öğrenirsiniz. Bütün bunlar, insanlar hakkında bilgi ve deneyimlerimin ana kaynaklarını oluşturuyor.

Bu kitaplarda, paylaşmak istediğim bu pencereleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan birkaç yıl sonra, 1950’de İstanbul’da mütevazı, orta sınıf bir aile ortamında doğarak başlayan kendi yaşam öyküme göre düzenlemeye çalıştım. 1950’li ve 1960’lı yıllarda ailemin sayesinde hem evde hem de okulda mükemmel bir eğitim aldığım için çok şanslıydım. Ailenin dört erkek çocuğunun en büyüğü, baba tarafının ise ilk torunu olmak beni ön plana çıkaran ve bazı sorumluluklar yükleyen bir durumdu. Okuldaki başarılarım da bir anlamda bu sorumluluklarımın bir sonucu idi. Teyzelerim ve eşlerinin öğretmen olması tarihten matematiğe değin bir çok dersimi öğrenmemi kolaylaştırdı ve zorlukları aşma fırsatı sundu.  Annem babam ve hemen hemen tüm akrabalarım cumhuriyet Türkiye’sinde yetişmiş, Atatürk devrimlerini benimsemiş ve eğitimin önemini bilen, çok anlayışlı insanlardı.

İçinde yetiştiğim aile ve tüm akrabalarım 1923 yılında kurulan Türkiye’nin cumhuriyet idealine ve kurucu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında yürürlüğe koyduğu reformlara sıkı sıkıya bağlı vatansever insanlardı. Eğitim yaşamım, ilkokuldan sonra, İstanbul’da Kadıköy Koleji adında İngilizce müfredatlı bir ortaokul ve lisede yatılı olarak devam etti. Kadıköy Koleji’ni birincilikle bitirdikten sonra Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)’de elektrik mühendisliği ve bilgisayar bilimleri üzerine lisans alarak 1973’te çok yüksek puanla mezun oldum. Bütün bu konular ve o dönemde yaşanan iç, dış olaylarla ilgili görüşlerim bu kitabın ilerleyen bölümlerinde ele alınıyor.

Eğitimimi lisansüstü ve doktora düzeyinde devam ettirmek için Kanada’ya gittim ve yepyeni bir kültüre ve benim için çok soğuk bir iklime uyum sağlamam gerekti. Hepsinden önemlisi daha sonra evleneceğim eşime aşık olmak gibi harika bir olayı yaşadım. Bütün bunlar maddi olanakların çok kısıtlı olduğu, ancak yaşamın en unutulmaz anlarını ve bizzat yaşayarak öğrenilen hayat derslerini içeren çok mutlu yıllardı. Kanada’daki en itibarlı üniversitelerinden biri olan University of Waterloo’da yabancı bir öğrenci olarak okumak hiç kolay olmadı. Öğrenmeye olan merakım ve eğitim ile ilgili kararlı tutumum, karşılaştığım zorlukları aşmada ve başarılı bir sonuca ulaşmada bana çok yardımcı oldu. Bir Noel partisinde tanıştığım Singapur vatandaşı yüksek lisans öğrencisi olan şu anki eşim Jeelee’ye aşık oldum ve hayatımın yönü değişti, önümde yeni bir kulvar açıldı. Bu süre zarfında Kanada’da bir çok aile ile de tanıştım; içlerinde en önemlisi bana ilk yıllarda büyük yardımları olan Poth ailesidir. Bu sevimli ve yardımsever çift benim yaşamımda önemli bir rol oynadı.

Kanada’daki eğitimime verdiğim kısa bir kesintiyle askerlik görevimi yerine getirmek için Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. İşin gerçeği, 18 aylık zorunlu askerlik şartının 4 aylık “kısa süreli askerlik hizmeti”ne geçici olarak çevrilmesinden yararlanmak istedim. Bu 4 aylık askeri kamp hayatının bana yeni şeyler katmış olduğunu söylemek zor ama ülkenin değişik bölgelerinden ve farklı geçmişlerden gelen yeni insanlarla tanıştım. Bunlar da bana yeni pencereler açtı. Daha sonra, Kanada vizemin yenilenmesini beklerken, Gebze’de önde gelen Türk araştırma enstitülerinden biri olan TÜBİTAK’ta kısa bir süre çalıştım ve bir kaç enteresan projeye katkıda bulundum. Aynı yıl daha önemli bir olay gerçekleşti ve İstanbul’da ailemin evinde şimdiki eşimle nişanlandım.  Benim için yeni bir hayat başladı ve karşıma yepyeni bir yol açıldı.

Nişanlım ve ben Kanada’ya döner dönmez, Poth ailesinin desteğiyle, New Dundee adlı küçük bir Kanada kasabasında evlendik. Evli bir çift olarak ikimiz de doktora çalışmalarımıza devam ettik. Poth’lar çalışkan Kanadalı bir çiftçi ailesiydi ve onların çok cömert yardımları bizim Kanada’ya yerleşmemiz için çok faydalı oldu. Ayrıca eşim ve ben, ikimiz de yüksek lisans öğrencileri olarak, birçok zorluk ve sıkıntılı dönem yaşadık. Hem okuldaki eğitimimizi sürdürüp, mezuniyet koşullarını yerine getirmeye çalışırken, kısıtlı maddi imkanlarımızla evimizi geçindirmeye çalıştık. En önemlisi, ikimiz arasında kalıcı ve sevgi dolu bir ilişki kurmak istedik.  Eşim ve ben bütün bunları bazı akraba ve arkadaşlarımızın da çok değerli yardımlarıyla başardık diyebilirim.

1977’de bu sefer babamın vefatı nedeniyle Türkiye’ye acil bir yolculuk yapmak zorunda kaldık. Babam Sadeddin Ünsoy iyi eğitimli, çalışkan bir aile babasıydı. Beni küçüklüğümde, muhtemelen ilk çocuğu olduğumdan, yetiştirmek ve okula hazırlamak için çok gayret göstermişdi. Bana her zaman güven aşılamış, maddi ve manevi destek olmuş, bildiği her şeyi öğretmiş ve ben evden uzakken bana uzun mektuplar yazmiştı. Hatta Kanada’ya gönderdiği mektuplara detaylı yemek tarifleri eklerdi. Yaşamının son günlerinde yanında olamadığım için gerçekten çok üzgünüm. Babamı toprağa verdikten sonra Jeelee ile doktora eğitimine devam etmek için tekrar Kanada’ya döndük.

Doktora çalışmam bilgisayar ağları, özellikle de tıkanıklık kontrol yöntemleri ve bu tür ağlar için yönlendirme optimizasyonu üzerineydi. ABD hükümetinin çeşitli Kuzey Amerika üniversitelerini birbirine bağlayan ARPAnet adlı ağı üzerine çalışıyorduk. ARPAnet daha sonra 1980’lerde ve 1990’larda İnternet’in başlangıcının temeli oldu. Bilgisayar ve veri ağları için çok heyecan verici bir zamandı ve paket anahtarlamalı bilgisayar ağları üzerine ilk makalemi 1977’de Toronto’da bir konferansta sundum. Bu benim bir konferansta ilk sunum yapma tecrübem oldu ve bu meslek hayatımda bana yeni bir pencere açtı.

Genellikle insanlar mezun olduktan sonra iş ararlar. Doktora tezimi daha yazmayı bitirmeden önce Bell Canada’dan mükemmel bir iş teklifi aldım. Bu teklifi kabul edip, Ottawa ‘ya taşınmaya, çalışırken eşimle birlikte tezlerimizi yazmaya devam etmeye karar verdik.  Eğitimlerine ara veren ve iyi maaşlı bir iş bulan çoğu yüksek lisans öğrencisi, genellikle eğitimini bitirmez. Ama biz doktora tezlerini tamamlamaya kararlıydık. Bazı ilginç ayarlamalarla gündüz ofiste, akşamları evde doktora tezimin üstünde çalışarak her iki işi de aksatmadan bir arada yürüttüm.

Bell Canada ‘daki işim, Kanada’nın Datapac adlı ilk halka açık paket anahtarlamalı veri ağının tasarımı, geliştirilmesi ve dağıtımı üzerineydi. Kanada çapında bir şebeke sistemi olduğu için, çeşitli Kanada eyaletlerinde farklı telekomünikasyon şirketleri ve insanlarla çalıştım ve değişik eyalet ve şehirlere seyahat etmem gerekti. ABD, İngiltere ve Fransa’daki benzer ağlarla, uluslararası bağlantılardan da sorumluydum ve bu nedenle bu ülkelerden meslektaşlarımla işbirliği yaptık. Konferanslarda ortaklaşa makaleler yazdık ve sunumlar yaptık. Bu benim için uluslararası teknoloji işbirliğinin başlangıcı oldu ve bana yepyeni bir tecrübe kazandırdı.

Bell Canada firmasında iş hayatım yaklaşık 5 yıl sürdü. Bu dönemde, şirket Kanada’ya göçmenlik vizemizi almamıza yardım etti ve yaşamımızla ilgili çok kritik bir dönemeci aşarak, ilerleyen süreçte Kanada vatandaşı olmamızın yolunu açtı. Nerede yaşarsak yaşayalım, iyi birer Kanada vatandaşı olmaya gayret ettik ve Kanadalı olmaktan gurur duyduk. Ben ayrıca daha sonra annemin ve kardeşlerimin de Kanada’ya gelip yerleşmelerini sağladım.

Bilgisayar bilimcisi olduğum ve operasyonlardan çok araştırmayla ilgili olduğum için, Bell Canada’nın Bell-Northern Research (BNR) adlı Ar-Ge koluna geçme fırsatı doğduğunda, o fırsatı kullandım ve BNR’da çalışmaya başladım. BNR’daki iş kültürü, çalışma ortamı ve bizzat insanların kendileri Bell Canada’dan çok farklıydı. ABD’deki Bell Laboratuvarlarına benzer şekilde BNR, kendini işine adamış ve teknolojinin en ileri noktasında çok akıllı insanlarla doluydu. Bunu, aralarında ilerlemek ve kendimi ilerletmek için çok teşvik edici ve ilham verici buldum. Biraz sıkı çalışarak, 20 ülkede 100’e yakın telekomünikasyon şirketine satış yapan, halka açık paket anahtarlamalı veri ağlarını hedefleyen ürün hattının en genç geliştirme direktörlerinden biri oldum. 150’den fazla Ar-Ge personelinin liderliğini yapıyordum. BNR’da çalışmak, geliştirme gruplarını yönetmek, çok departmanlı geliştirme projelerini yönetirken mesleğimle ilgili çok şeyler öğrendiğimi söylemem doğru olur. Böyle büyük projeleri yönetmenin yanında, müşterilerimiz olan telekomünikasyon şirketlerinin liderlerine, bunun yanı sıra BNR şirketinin genel müdür ve yönetim kuruluna yaptığımız sunumlar benim iş dünyasına olan bakışımı ve görüşlerimi gelişirdi, sonuçta kaçınılmaz olarak bana yeni ufuklar açtı.

BNR ‘daki vazifeme ek olarak, veri iletişim standartları ile ilgili olarak düzenlenen uluslararası organizasyonlara katılan Kanada delegasyonlarında şirketimi temsil ettim. Bu standartlar, merkezi Cenevre, İsviçre’de bulunan ve Birleşmiş Milletler kuruluşunun bir parçası olan CCITT adlı bir organizasyon tarafından belirlenir. Uluslararası veri iletişimi için geliştirilen X.75 protokolleri için “Raportör” pozisyonunda bulundum. Dünyanın farklı yerlerinde 100’den fazla ülkenin katılımıyla çeşitli raportörler ve genel kurul düzeyinde toplantılar düzenlendi. Bu toplantıların koordinasyonunu gerçekleştirdim ve içeriklerini zenginleştirici pek çok katkıda bulundum. Bu ülkelerden insanlarla çalışmak ve onlarla etkileşim içinde bulunmak, benim önüme pek çok imkanlar getirdi.  Kanada’da kaldığım süre ile ilgili tüm bu deneyimler 2. Kitabımın içinde yer almakta.

BNR şirketinde yaklaşık 10 yıl çalıştıktan sonra telekomünikasyon alanında geliştirmekte olduğumuz ürünlerin satış ve pazarlama organizasyonu olan Northern Telecom’a (kısaca Nortel) geçme ve ayrıca Tokyo’ya taşınma fırsatı ortaya çıktı. Asya Pasifik bölgesi için ürün pazarlama direktörü oldum. Böylece, Ottawa ‘daki evimizi satıp Kanada’dan ayrıldık ve Japonya’nın başkenti Tokyo ‘ya taşındık. Neredeyse 3 yıl Tokyo gibi bize tamamen yabancı bir metropolde yaşamak, çalışmak ve bu arada, Japonca öğrenmeye gayret etmek başlangıçta bizi epey zorladı. Üstelik sadece Japon kültürüyle değil, işim gereği Çin, Kore, Tay, Malay ve diğer birçok kültürlerin inceliklerini öğrenmek ve kişilerle etkileşimde bulunmak muhteşem bir deneyimdi. Asya kıtasının Pasifik sahilindeki hemen hemen her ülkeyi ziyaret ettik, farklı ülkelerden sayısız ilginç insanla tanıştık ama en önemlisi 1993 yılında Tokyo’da evlat edindiğimiz güzel kızımız Melisa ailemize katıldı ve bizim yaşamımıza yepyeni mutluluklar getirdi.

Asya Pasifik’ten tüm yaşam deneyimleri ve bilgi birikimi ile Kuzey Amerika’ya döndük ve bu sefer Teksas eyaletini seçerek, Dallas’a yerleştik.  Burada Nortel’in pazarlama organizasyonu için çalışmaya devam ettim. Dallas’ta, tamamen yeni bir hava, yeni bir sosyal ortam ve bir dizi meslektaş ve arkadaş bizi bekliyordu. ABD’de bir eyaletten diğer bir eyalete taşınmak bile zordur. Bizim Japonya’dan Teksas’a taşınmamız hayatımızda bazı şoklar yarattı.

Nortel ile Dallas’ta veri ürünleri pazarlama direktörü olarak yaptığım altı yıllık çalışma sırasında, mobil iletişim büyük bir dönüşüm geçiriyordu. Mobil iletişim, özellikle mobil İnternet erişimi yeni büyük teknolojik fırsat haline gelmesiyle birlikte, yalnızca ses modundan ses ve veri modlarına dönüşüyordu. Nortel’deki ekibe, cep telefonlarında bu tür uygulamaların ilk kez geliştirildiği, öncü mobil İnternet uygulamalarının geliştirilmesi ve dağıtılmasında liderlik ettim. Önce Nortel’in laboratuvarlarında ve daha sonra Amerika ve uluslararasi kongrelerde bu mobil İnternet uygulamalarını teşhir ettik ve pazarladık. Mobil İnternet herkese pek çok olanaklar ve fırsatlar yaratıyordu.

2000 yılında, British Telecom firmasından (BT) mobil İnternet ile ilgili genel müdür yardımcılığı (Vice President – VP) pozisyonu teklif edildi. Bu pozisyon BT’nin İngiltere ve dünyanın bir çok yerindeki iletişim şebekelerinin mobil İnternet yeteneklerinin geliştirilmesinden sorumluydu. Kızımızın eğitimi nedeniyle, önce Dallas’ta bir BT ofisi kurdum ve Dallas’tan dünyanın birçok ülkesine BT’nin VP’si olarak dolaştım ve görüşmeler yaptım. Bu benim için çok yeni deneyimler demekti ve bana yepyeni olanaklar sundu. 2000 yılı yazında, ailece Dallas, Texas’tan Londra, İngiltere’ye taşındık. BT’deki öncelikli görevim BT Labs ile çalışmak, İngiliz ortamında araştırma yapan kişilerle nasıl çalışılması gerektiğini öğrenmekti. İngilizlerin Ar-Ge çalışmaları ile Kanada ortamında BNR ile yaşadıklarım arasında bir çok karşıtlık vardı. Kısa bir süre içinde İngiltere, İrlanda, Almanya ve Hollanda’da faaliyet gösteren BT Wireless organizasyonunun baş mimarı olarak Baş Teknoloji Sorumlusu (Chief Technology Officer – CTO) olmam istendi. Şirketlerin mimari, teknik ve finansal hedeflerine ulaşmak için İngiliz, İrlandalı, Hollandalı ve Alman meslektaşlarla çalışmak ve bilgi alışverişinde bulunmak için birçok sosyal ve kültürel engeli aşmak gerekiyordu. Bir Türk olarak, büyük bir İngiliz şirketinin en yüksek kademelerinden birinde, İngiliz, İrlandalı, Hollandalı ve Almanlar arasında mobil İnternet teknoloji diplomasisi yapmam gerekti. Belli başarılar elde ettik, fakat enteresan olan, bunlardan öğrenilecek çok dersler çıktı ve bir çok teknoloji kültürünü tanıma imkanı buldum.

Üç yıl İngiltere’de yaşamak bize hem İngiltere’de, hem de Avrupa ve Kuzey Afrika’da birçok yeri ziyaret etme ve gezme fırsatı verdi. İngiltere, yanı sıra İrlanda, Galler ve İskoçya, kültürleri ve tarihi eserleriyle çok zengindir. Avrupa Birliği’nde (AB) güneyde İspanyollar ve İtalyanlar, kuzeyde Finliler ve İsveçliler siyasi şemsiye ve tek para birimi olan Euro altında toplanmış olsalar da, aralarında çok önemli farklılıklar göstermektedir. Son yıllarda gördüğümüz gibi, İngiltere, Avrupa Birliğinden ayrıldı. Bu Avrupa Birliği devam etmekte olan bir deneydir ve sonucu biraz belirsizdir. Asya’da, ABD’de ve Avrupa/İngiltere’de otururken yaşanan bu deneyimlerim 3. Kitabımın bölümlerinde yer alıyor.L

2002 yılının sonlarına doğru Londra’dan ABD’ye geri dönmeye ve tekrar Dallas’a yerleşmeye karar verdik. Dallas merkezli bir danışmanlık şirketi kurdum ve mobil iletişim alanında genç ve öncü teknoloji şirketleriyle çalışmaya başladım. Bu şirketlerin ve yatırımcılarının çoğu genç ve azimli kişilerdi ve teknolojinin öncüsü olan bu insanlarla çalışmak çok ilham vericiydi. Aynı zamanda Boston, New York ve San Francisco’daki birkaç sermaye girişimi (Venture Capital – VC) şirketlerine danışmanlık yaparak 150 milyon dolardan fazla fonlar topladık. Bu genç mobil teknoloji şirketlerine yatırımlar yaptık. Hem bu genç teknoloji şirketleri hem de VC’ler bana çok önemli deneyimler kazandırdı, değişik fırsatları önüme serdi.

Bu arada hepimiz Amerikan vatandaşı olduk ve politik olarak daha bilinçli olmaya çalıştık. O yıllar George Bush’un başkanlık yıllarıydı ve Irak’ta çatışmalar devam ediyordu.  Biz ilk başkanlık seçiminde Barak Obama’ya oy verdik ve politik ve ekonomik gelişmeleri yakından takip etmeye başladık.

2006 yılında, merkezi Münih, Almanya’da bulunan Cartagena Capital adlı butik bir yatırım bankasına katıldım. Çoğunlukla Avrupa’daki mobil teknoloji şirketlerinin potansiyel alıcılarla birleşmelerine ve satın almalarına odaklandık. Bu, yoğun bir şekilde iş gezileri yapmamı ve evden önemli ölçüde uzak kalmamı gerektirdi. Bu butik yatırım bankasında bana ortaklık teklif edildi ve bir Fransız, bir Fin ve bir Alman yönetici ortaktan oluşan gruba ben de dördüncü ortak olarak katıldım. Benim teknoloji uzmanlığım nedeniyle hemen hemen her şirket birleştirme projesinde rol aldım. Dolayısıyla her görüşmeye katılmış olmam nedeniyle çok sayıda şirketle müzakerelerde bulundum, bütün bunlar bana yeni pencereler açtı.  Ayrıca bu çok uluslu ortaklığın çalışmalarından bazı zorlu dersler öğrendim.

Cartagena Capital ile 4 yıl çalıştıktan sonra, Phoenix, Arizona’da bulunan yeni bir ortak Steve Gaynor ile “mSolve Partners” adlı kendime ait butik yatırım bankası kurmaya karar verdim. Ayrıca ABD’de yatırım bankacısı olarak sertifika almak için bazı yorucu çalışmalardan sonra testlerden geçtim ve yatırım bankacılığı sertifikası aldım. Kendi yatırım bankamı yönetmek bana yeni dersler öğretti. Ayrıca ABD, Kanada ve denizaşırı ülkelerdeki bir kaç yeni kurulmuş şirketin yönetim kurullarına katıldım. Yönetim kurulu düzeyindeki bilgi alışverişleri, benim için öğrenilecek farklı bir deneyim oldu.  Ayrıca değişik ülkelerdeki yüksek teknoloji girişimlerini öğrendim.

2014 sonbaharında rutin bir tıbbi kontrolden sonra prostat kanseri teşhisi kondu ve hayatımın yeni ve zorlu bir aşamasına başladım. Tedavi seçeneklerini değerlendirdikten sonra çeşitli yan etkileri olan prostat ameliyatı yani prostatektomi yönünde karar verdim. Dallas’taki prostat kanseri destek grubunda aktif üye oldum, aylık toplantılara katıldım ve benimle aynı yolculukta birçok yeni insan tanıdım. Ayrıca Amerikan Kanser Derneği’ne katıldım ve kanser araştırmaları için önemli miktarda maddi kaynak topladım.

2016 yazında, kızımızla birlikte olmak ve çevre değişikliği yaşamak için Dallas, Texas’tan Denver, Colorado civarına taşınmaya karar verdik. Dallas’taki evimizi satarak, Denver’ın yaklaşık 50 km güneydoğusunda Elizabeth adlı küçük bir kasabada, kırsal bir ortamda, kırk dönümlük bir arazi üzerinde kurulu bir çiftlik satın aldık ve hayatımızda yepyeni bir sayfa açtık. Bu son 14 yıllık deneyimler 4. Kitabımın bölümlerinde işleniyor.